8 Nisan 2010 Perşembe

be hey okur

eşşek kadar olup da hala ergen mallıklarından sıyrılamamanın tam adı aşktır. sinirinden yastık ısırmak, bağırıp çağırmak saat itibariyle mümkün değilse gidip bloga yazı yazmak, rahatladığını sanmaya çalışmak bu mallıkların önde gelenlerindendir.

bu ne biçim yazı lan diyenleriniz elbet olacak. onlar şöyle buyursun:

ne ararsın blog ile aramda
sen kimsin ki yazıma laf sokarsın
hakikaten gözün varsa blogda
beni sallar diğerlerine bakarsın

ergen gibi yazıyorsam sana ne
yok ki sana bi yararı sazanım
ikimizde aşık olsak o topa
önce seni sonra onu yakarım

aşık iken mümkün müdür hitabet
yatıp kalkıp sen bloga dua et
senin gibi yavşakların yüzünden
blogdan da soğuyacak bu millet

aşıkkenki hali sakın unutma
ordan bana laf uzatma sebepsiz
sen blogu yine okurdun amma
sevmek nedir bilemezdin ciğersiz

29 Aralık 2009 Salı

hastayım.

uzun zamandır ilk kez bu kadar çok uyuyorum. uyumadığım zamanlar ise yatacak yer arayışı içinde geçiyor. salondaki kanepeyle iletişimimizin pek iyi olmadığını artık yavaş yavaş kabulleniyor ve iyice güçsüzleşiyorum. tek istediğim biraz rahat edebilmekti oysa. yine de insanlık bende kalsın, mutlu günlerimizin anısına saygısızlık etmemek için kapatıyorum bu konuyu. (koltukla koltuk olmamak gerek neticede)

ve 5 cümleden sonra beynim sulanıyor. laptopa bu ne dercesine bakmaya başlıyorum. mal gibi bir yazıyı daha mal bir şekilde bitirmekten başka bir çare bulamıyorum.

5 Kasım 2009 Perşembe

home sweet home

bir insanın hayatında ilk defa bulunduğu bir ortamı evi gibi, hatta evinden de öte hissetmesi hangi parametrelere ne derecede bağlıdır bilmiyorum. ama gözünün önündeki 50000 kişi seninle birlikte aynı şey için oradaysa, aynı havayı solumaya, aynı renkleri görmeye, aynı çubuklu forma için ses tellerini feda etmeye gelmişse elbette bunların etkisi vardır.

şükrü saracoğlunda, turnikelerden geçip tribüne girdiğimizde, 20 yıllık hayatımda ilk defa "büyüleyici" kelimesi zihnimde tam anlamıyla karşılığını bulmuştu. 25 ekimde her ayrıntısı hafızama kazınmış 4 saatlik bir rüya yaşandı.

arma forma: 89 tl, karaborsa bilet: 180 tl, 10. geleneksel kadıköy şenlikleri: paha biçilemez.

2 Kasım 2009 Pazartesi

laptop ve ben

geçen yaz başıma çok kötü bişey geldi.

laptop'ımın bir süredir ısınma(soğuma?) problemleri çektiğinin ben de farkındaydım ama o gün birdenbire kapanması ve etrafa koyu renkli dumanlar salması beni gerçekten üzdü. meraklı bir insan olarak, hem zaten garanti süresi de doldu bunun diyip içini açtım, baktım eriyen büzüşen bir parça yok, dedim ki o zaman ben bu sorunu çözerim.

ilk işim ısınma probleminin kaynağını bulmak yerine, direk sorunu çözmeye yönelik oldu. eski laptop fanını söktüm ve yerine laptoplara uygun olmayan, eşek kadar bir fan aldım. (evet bildiğin mallık). uygun montajı yaptım, ardından besmele çekip laptop'ın güç düğmesine basıverdim.

ve olanlar oldu!

kendisine yaptığım bunca işkenceye sinirlendiğini tahmin ettiğim laptop ilkin hırlar gibi garip sesler çıkardı, ardından -fanın da tam güçle çalışmaya başlamasıyla- üzerime doğru takır tukur ilerlemeye başladı. güç kablosundan kurtulması, ardından da masadan kucağıma atlamasıyla ilk başta biraz tırssam da soğukkanlılığı elden bırakmayarak kapağını kapamayı, ardından da güç düğmesine basarak kapatmayı başardım.

basit bir fan değişimine bile bu kadar aşırı tepki veren bu elektronik aletten, şahsen ben çekiniyorum arkadaş. hani bi tost makinesinden, elektrikli diş fırçasından korkmam da sonuçta bilgisayar bu, üzerinde milyon tane elektronik devre var, her an bir hal9000 durumu yaşanması işten bile değil.

aramız da daha hala iyileşmedi. gerçi o günden sonra bir yanlışını görmesem de klavyesinin üzerindeki yeşil ışık bazen anlamlı anlamlı yanıp sönüyor, sanıyorum ki içten içe harekete geçmek için o uygun günü bekliyor.

korkuyorum.

31 Ekim 2009 Cumartesi

schopenhauer, 2


"eğitimli, öğrenimli insanlar kitapların içindekilerini okuyanlardır. düşünürler, dahiler, insan soyunun ilerlemesine katkıda bulunmuş olanlar, doğrudan tabiat kitabından yararlananlardır."
arthur schopenhauer

30 Ekim 2009 Cuma

Atamızın İzindeyiz


Kırım güzel memleket. Havası suyu bi yana, insanı da harbi güzel. Geçen yaz yaşadığım bi olayı da burada sizlerlen paylaşmayı uygun görüyorum.

Sudak kentindeyiz, Sudak Kırım'ın en kalabalık en büyük veya en turistik şehri değil ama bence en güzel şehri. Her taraf dağ ve tabi kocaman bir kalesi var. Neyse konumuz bu değil. Konumuz geçen yaz Sudak şehrinde iken gittiğim dostluk isimli bir kafe.

Kafe çok büyük olmamasına rağmen gayet güzel dekore edilmiş, yemekleri leziz, hele ki özbek pilavı hala aklımda, ama aklımda olan asıl şey o değil, çalışanların güler yüzü ve hizmeti. Ve hatta verilen 10 grivna bahşişe (yaklaşık 2 ytl) 10-15 kere teşekkür etmesi ve çıkışta bizi kapıya kadar uğurlaması. evet.

Kırım'da Türkiyedeki kadar işsizlik yok, yani bi elemanı işten çıkarmanız zor, çünkü yerine yenisini bulmanız kolay değil. Buna rağmen nasıl oluyor anlamıyorum, tüm çalışanlar güler yüzlü, aldıkları para, aynı işi Türkiyede yapıyor olsalar alacaklarının 5te biri bile değil, refah seviyesi hiç yüksek değil ama buna rağmen son derece güleryüzlü ve samimiler.

Diğer yandan Türkiyedeki garsonlara bakıyorum, tabi öyle lüks yerlerdekine değil, kızılay, bahçeli civarındaki kafeler daha çok, hepsinin yüzünde "bitse de gitsek" kaabilinden bir ifade, hatta bazen dayak yemediğimize şükrediyorum. Hayır bre dangalak, iş sahibi seni yarın kapının önüne koysa ne yapacaksın, ona rağmen nasıl bu kadar ibnesin, anlamak mümkün değil.

Tabi sonradan çözdüm olayı. Garip gelebilir ama sorunun kökeni Atatürk'e dayanıyor. Hani o meşhur anekdot, Atatürk İngiliz prensini yemeğe çağırır, ama yemeği servis eden garson takılır düşer, yemekleri de etrafa saçar. Atatürk de tabi keskin zekasını kullanarak "ben bu millete herşeyi öğrettim de bi uşaklığı öğretemedim" der, böylece hem uşaklarıyla ünlü İngilizlere laf çarpmış olur, hem de Türklüğün onurunu gururunu kurtarmış olur falan.

Lakin işte bunun seneler sonrasına etkisi bu, hele de ilkokul 1. sınıfın hayat bilgisi kitabının ilk konusu Atatürk ve Cumhuriyet olan bir ülkenin çocukları olarak, Atamızın da katkılarıyla hizmet sektöründe bu kadar geri olmamız çok da şaşırtıcı değil. Halbuki uşaklığın aşağılanacak bir tarafı yok, beceremeyecek de olsa herkes yöneticiliğe göbek ata ata gider, lakin uşaklık etmeye cesaret edemez.

Hizmet etmek kutsaldır.

sağlı sollu birer adım

katılmamın tek amacı şu blog ilerlesin, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşsın hiç olmadı sağlı sollu birer adım ilerlesin diyedir. olan olmuş deyip sıvacılığa da girişebilirim ama belli olmaz. hadi bakalım. (vatana millete hayırlı uğurlu olsun yazısı taslak 2)